Halk arasında sürdürülebilirlik terimi ilk olarak Birleşmiş Milletler bünyesi altında faaliyet gösteren Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun 1987 yılına ait “Ortak Geleceğimiz” isimli raporu ile tanındı.
Artan sanayileşme hızı ve nüfus sayısının yükselmesinden kaynaklanan temel sorunlara çözüm bulmak amacıyla yayınlanan, ekonomik gelişim ve küreselleşmenin çevre üzerindeki olumsuz sonuçları hakkında bir uyarı niteliğinde olan bir rapordur. Bu rapor kısa zamanda geniş kitlelerce benimsenmiştir. Bu benimseme ve sürdürülebilirliğin hayata entegre olmasındaki en önemli etken 1984 yılında ilk defa tespit edilen Antartika üzerindeki insan faaliyetleri kaynaklı ozon deliği olmuştur.
Raporda belirtilen sürdürülebilirlik tanımı: “İnsanlık; doğanın gelecek nesillerin gereksinimlerine yanıt verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçları temin ederek, kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahiptir.”
Bugün geldiğimiz noktada dünya kaynaklarının insan etkinliği sonucu tükenme sınırına doğru hızla ilerlediği fikrinde genel bir görüş birliği bulunmaktadır. Sürdürülebilirliğin doğanın kendi kaynaklarının kendiliğinden yenilenebilmesine fırsat tanıyacak miktarda kullanılması görüşü yaygındır.
Sürdürülebilirlik kavramı akla ilk olarak çevrenin korunmasını getirse de aslında sürdürülebilirlik kavramı ekonomik, ekolojik ve toplum sınırlarını kapsayan boyutları da bir arada barındıran bütünsel bir yaklaşımdır.
Sürdürülebilirliğin 3 temel bileşeni vardır. Bunlar; çevre koruma, ekonomik büyüme ve sosyal gelişimdir. Sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi ve devamlılığı için bu kavramlar denge ile yönetilmelidir.
Sürdürülebilirlik kavramının temel prensiplerinden biri olarak çevre ve doğada yer alan kaynakların tükenebilir olduğunu ve bu nedenle bu kaynakları daha hesaplı kullanmaya odaklanır. Ekosistemlerin bütünlüğünü koruma odaklıdır.
Sürdürülebilirlik, çevreye zarar vermeden daha iyi toplumlar yaratacak ekonomik özgürlüğü ve büyüklüğü sağlamaya odaklanır. Mal ve ürün tüketimi artarken, refah seviyesinin yükselmesi planlanır.
Sürdürülebilirlik, sağlık, hayat ve eğitim kalitesinin tüm toplumlar için uygun bir seviyeye ulaşmasına da odaklanarak sosyal yaşamı destekler. İnsan ilişkilerinin güçlendirilmesine ve insanların toplumsal hedeflerine ulaşması sağlanır.
Tüm bu etkenler bir arada uyum içinde olduğunda, insan istek ve ihtiyaçlarının karşılanabilme potansiyeli yükselir. Ayrıca sürdürülebilir kalkınma karşılanır. Sürdürülebilir kalkınma maddelerine göre toplum, zaman içinde refahın yükselmesi için uğraşmalıdır.
Sürdürülebilirlik nedir sorusundan sonra sürdürülebilirliğin öneminden de bahsetmeliyiz.
Sanayi devrimi ile birlikte hızla büyüyen sanayinin ihtiyacı olan enerji ihtiyacının fazlalaşması petrol ve kömür gibi yenilenemeyen doğal kaynakların tükenmeye başlanmasına sebep olmuştur. Sanayinin giderek dominant bir sektör olması, insanların tarıma dayalı maliyetlerin yarattığı çevresel bozulmalara yeni zararlı etkenlerin hızla eklenmesine yol açmıştır. Seri sanayileşme ve bunun bir getirisi olarak modern şehirleşme, seri nüfus artışı gibi etkenler, ekoloji kirliliğine ve bununla birlikte biyoçeşitlilikte azalmaya neden olmuştur. Ayrıca, toprak kaybı ve çölleşme gibi sıkıntıların daha da önemli boyutlara ulaşması sonucuna sebep olmuştur.
Bütün canlılar birbirleriyle ve diğer cansız varlıklarla etkileştikleri bir ekosistemin parçalarıdır. Bir ekosistemin tüm parçaları karmaşık bir biçimde birbirine bağlıdır. Dolayısıyla, ekosistemin bir parçası zarar görürse diğer parçalarında da buna bağlantılı sonuçlar ortaya çıkacaktır.
İnsanların doğal çevre üzerindeki bu yıkıcı etkisi, naturel çevrenin kendi kendini iyileştirme süresine baskın çıkmış ve bu noktada ekosistemin dengesini bozmadan aksiyon alma ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
Tüm bu nedenlerle ilk olarak ekosistem üstünde en önemli olumsuz etkiye neden olan sanayi şirketleri ile birlikte tüm işletmeler sürdürülebilirlik terimini benimseyerek bu çizgideki uygulamaların hayata geçirilmesi için çalışmalarını artırarak devam ettirmelidir.
Sürdürülebilirlik, işletmeler tarafından bakıldığında şirket çıkarlarının toplumsal faydalar ile karşı karşıya gelmediği, sadece maddi açıdan iyileşmenin değil sosyal ve çevre konularının da yönetim konularına dahil edildiği bir yürütme planıyla bütünleşmesi ile gerçekleşebilir.
Buna yakın olarak sürdürülebilirlik konusunda kişilere de büyük sorumluluk düşmektedir. Bireyler ilk olarak sürdürülebilirliğin önemini kabullenmeli ve adyınlatma, barınma, temizlik,ısınma ve hatta beslenme gibi günlük yaşamlarındaki aktivitelerinde değişikliğe giderek topluma örnek olmalıdırlar.
Sürdürülebilirlik, şirketlerinin ve yatırımcılarının gündemlerinin listesinde ilk yer alan konulardan biridir. Artık şirketlerin sadece hizmetleri ve satışları ile maddi başarı elde etmeleri yetmiyor. Günümüz döneminin insanları, şirketlerin ekolojik dengeye duyarlı olmalarını, insan hayatına zarar vermeyecek kararlar almalarını bekliyor.
Bugün ne yazık ki küresel ısınma, biyoçeşitliliğin azalması, kaynakların daha çok tüketilmesi ve kirletilmesi, hızla artan nüfus ve bunun sonucunda çevresel problemler, insanlığı yeni bir sistem arayışına veya bu problemlerin artışını azaltacak, problemlere çözüm olacak gelişmeleri bulmaya zorluyor. Dolayısıyla şirketler de sadece kendi finans bütçelerini kalkındırmak değil, işin sosyal ve çevresel tarafını da düşünmek zorunda kalıyorlar. Tüm bu sebeplerden dolayı da, firmalar sürdürülebilirlik ile ilgili planlamalarını uzun vadede hayata geçirebilmek için ekonomik, sosyal ve çevresel sürdürülebilirliği bir bütün olarak ele alarak firma içi sürdürülebilirlik yaklaşımlarını ele alıyorlar. Yine bu planlara ve stratejilere göre alışagelmiş iş modelleri değiştirme yollarına gidiyorlar.
Kurumsal sürdürülebilirlik, şirketlerin uzun vadede ekonomik, çevresel ve sosyal faktörleri kurumsal strateji ilkeleriyle birleşerek şirket operasyonlarını yönetmeleridir. Şirketlerin yalnızca kâr elde etme ihtiyacıyla hareket ettiği zamanların artık geride kaldığını söyleyebiliriz. Kâr elde edildiği sırada toplum ile ekolojik çıkarların birbirine uyması ve bireylerin tepkisini alacak aktivitelerde bulunmamaları şirketlerin sorumlulukları arasında yer almaya başladı bile.
Firmaların markalaşma aşamalarında çevresel sürdürülebilirliğe önem vermesi, müşterilerinin ve diğer tüketicilerin gözünde onlara artı bir puan sağlayacaktır.
Şirketler, işleri ve operasyonları için hayati öneme sahip verilerini saklamak adına veri depolama merkezlerine ve bu merkezlerin bakım ve güvenlik giderlerine tonlarca para yatırmak zorundalar. Fakat sürdürülebilirlik, şirketler için dijital dönüşüm de demektir. Bu bağlamda oylarını bulut depolama sistemlerini kullanmaktan yana kullanan firmalar masraflarını büyük ölçüde azaltabilir. Sadece bununla yetinmeyerek bulut depolama sistemlerinin sağladığı diğer faydalardan da yararlanarak sürdürülebilir bir çevreye katkı sağlayabilecekler. Örnek mi?
Dijital doküman oluşturarak, ofis içerisindeki kağıt kullanımını da azaltmak kadar basit!
Şirketlerin sürdürülebilirliklerini devam ettirebilmeleri için önemli ve hassas datalarını yedeklemeleri ve bu verilerinin güvenliklerini sağlamaları gerekmektedir. Eğer bu şartlar sağlanmazsa yaşayacakları veri kaybı şirketler için ciddi sorunlara sebep olur. Veri kaybı bir şirketi iflasa bile götürebilecek ciddi bir sorundur. Şirketleri en zorlayan durumsa kaybedilmiş verileri tekrar geri getirmektir. Birbirinden farklı şekilde ortaya çıkabilen veri kayıplarına olumsuzluklardan önce önlem almak büyük önem taşımaktadır.
Sonuç olarak, sürdürülebilirlik söz konusu ise hepimiz aynı gemideyiz. Bu sebeple birey, toplum, kurum ve kuruluşlar olarak hepimiz elimizden geleni yapmakla yükümlü olmakla beraber çevreyi korumak durumundayız. Henüz bu konuda bir adım atmadığınızı düşünüyorsanız, en basit adım olarak şirketinizin sürdürülebilirliği için güvenli bir bulut depolama sistemi kullanmaya geçiş yapabilirsiniz. Şirketinizin geri dönüştürülebilir malzemeler kullandığından emin olabilir, atık ayrımı yapmaya başlayabilirsiniz.